AHMET ŞAFAK DİYOR Kİ
DÜŞÜNMEK…
Elimde, soru cevap şeklinde hazırlanmış "Livaneli’nin Penceresinden-Batı’nın kibri ile
Doğu’nun cehli arasında” kitap…
Daha ilk fasılda, "Kabilenin içinden kabileye karşı düşünmek” başlığında şöyle bir iddia:
"Bizim halk sözlerimizde aradım, taradım düşünmek üzerine iyi bir söz söylenmemiş…”
Devam ediyor, "Düşünüyorum, öyleyse varım,” diyen bir kültürün karşısına, düşünceyi
olumsuzlayan bir yaklaşımla çıkamazsın.”
Zülfü Livaneli iyi bir müzisyen, kendi üslubunu kurmayı başarmış bir edebiyatçı olarak, keşke
kestirme hükümlere başvurmasa.
Üstelik, belli ki Türk Halk kültürünü yeterince aramış, taramış da değil. Ne yazık ki bazı kestirme
görüşleri yüz yıl önce Ömer Seyfettin’in "Efruz Bey” tiplemesiyle anlattığı "aydın eklektizmini”
çağrıştırıyor.
Öncelikle Fransız düşünür Rene Descartes’in on yedinci yüzyılda felsefesine eşik yaptığı,
"Cogito ergo sum” yani düşünüyorum öyleyse varım cümlesi halk sözü değildir? Bir filozofun
kilisenin kalıplarından çıkmak yolunda zihinsel faaliyetle ulaştığı aydınlanma tezidir. Ayrıca Descartes,
düşüncenin kaynağının Tanrı olduğunu söylediği için de başta Marx olmak üzere, materyalistlerce az
eleştirilmemiştir. Descartes bir elittir, aydındır. Bu sebeple düşünmeyi olumlama halk dağarcığında yok,
Dekart’da var demek, benzer olmayanların mukayesesidir. O zaman biz de Descartes’ten altı asır önce
düşünmeyi olumlayan başka bir aydını misal verebiliriz: Yusuf Has Hacip!
Hacip, "Kutadgu Bilig” de, "Sözü güzel ve iyice düşünerek söyle” der ki bu söz hala Anadolu’da
"İki düşün bir söyle,” şeklinde kullanılır. Bunun şiirsel kullanımı da şöyledir:
"Düşüne düşüne görmeli işi, sonra pişman olmamalı kişi…”
Hani halk kültüründe düşünmeyi olumlama yoktu?!
Aslında düşünmek yalın bir zihin eylemidir ve zihnin kapısını aralamaya yarar, o aralıktan
erdem de görünür, cehalet de.
Nitekim İbn-i Sina, yaklaşık bin sene önce, "Düşünmek bilmek değil,
bilmeyi istemek demektir,” demiştir.
Livaneli’nin aynı fasılda düşünmeyi olumsuzlama örneği olarak verdiği,” başını sıcak tut
ayağını serin, düşünme derin…” deyimi ki doğrusu, "Ayağını sıcak tut başını serin, düşünme
öyle pek derin derin” dir ve umarız bu bir yazım hatasıdır; Aksi durumda, halkın kültürüne
nasıl da yabancı kalındığının bariz fotoğrafı olarak tarihe geçer.
Ayrıca apaçık olan bu deyimi, düşünceyi olumsuzlamaya yorup, halk tababeti açısından ele
almamak hem komik hem de şaşırtıcıdır. Gerçekte bu deyim marifetiyle halk, Asya’dan
Anadolu’ya taşıdığı tababet hünerini dile getirmiş, aslında karamsarlıktan, umutsuzluktan,
saplantıdan uzak dur anlamında çoğunlukla psikiyatrların kaygı bozukluğu teşhisiyle yeşil reçete
ilaç yazdıkları bir hali, veciz şekilde anlatmıştır.
Ayrıca modern tıp açısından da ayağın üşütülmemesi gerektiği, başın ise ağrıdığında buzla kompres
yapılması tavsiye edilir ki, düşünmeyi olumsuzladığı iddia edilen halkın binlerce yıldır tababet
birikimine sahip olduğu gerçeği ortaya çıkar. Düşünmek bilgi ile ele alındığında değer ifade eder.
Descartes’in işaretlediği de herhalde budur.
Bilgisiz düşünmek Rodin’in "Düşünen Adam” heykelindeki hasta insan formunu çağrıştırır ama
düşüncenin bilgiyle yolculuğu bizi erdem ülkesine götürür ki, burada karşımıza yine bin yıl önce
kaleme alınmış Divan-ı Lügati-t Türk eseri çıkar:
Tanrımı överim ben,
Bilgiyi yığarım ben,
Gönlümü bağlarım ben,
Erdem ile dürülür.
Nitekim, Kitabın yazarı Kaşgarlı Mahmut’un, Orta Asya’daki Türk topluluklarından derlediği
yüzlerce deyimden biri olarak "Erdemin başı dildir” cümlesi, düşüncenin kapısından süzülen
ve erdeme yol alan sözel dağarcığımızın kudretini simgelemesi açısından dikkat çekicidir.
Aydına düşen görev belli bir klişeyle bu kollektif cevheri yaftalamak değil, tanımak olmalıdır.
İnsanlık tarihi binlerce yılı geride bıraksa da bize kalan kültürdür, medeniyettir. Halkını, milletini,
kültürünü yakından tanıma, içselleştirme yoluyla hala savaş naralarının atıldığı çağa yaşanmış
olanın bilgeliğiyle yeni üsluplar sunabiliriz.
Günümüzde gösteriye dayalı, çevrimiçi bireysellik, bir furya halinde bütün dünyayı sarıp
sarmalasa da sadece düşünen değil, düşünme yoluyla erdeme, fikre, senteze ulaşma kabiliyetini
koruyan aydına hala çok iş düşmektedir. Yani umut hala bilen de anlayan da içinde yaşadığı
toplumu tanıyan aydın da.
Keşke bunları da düşünebilsek… Keşke!